Rayka's Place
23 Ekim 2015 Cuma
Hamile günlüğüme hoş geldiniz :)
İki senelik evliyim. Geç evlenenler tayfasındanım. Evlendiğimizde ben 33, eşim 36 yaşındaydık. Tahmin edersiniz ki evlenme teklifi aldığım gün ‘hadi çocuk’ sesleri yükselmeye başladı. Zaten eşime kalsa evlenmeden çocuk yapma taraftarıydı ama ben hiç oralı olmuyordum bu teklife. Eh yaşadığımız ülkenin şartları malum. Sonunda evlendik ama sigortaydı, benim yaşadığım çok ender görülen bir kadın hastalığıyla mücadeleydi derken iki senenin sonunda doktordan ancak izin çıkınca denemeye karar verdik. Tabi iki senelik evli olunca, etrafımızdaki herkes ikincileri yapmaya başlayınca ve benim yaşadığım sıkıntıları bilmeyince sürekli baskılara maruz kalıyorsunuz. Fikri olmayanın bile fikrinin olduğu bir toplumda yaşadığımız için, “Siz niye tüp bebek yapmıyorsunuz?” diye konuya doğrudan girenler bile oluyordu ve benim bütün sinir sistemin alt üst oluyordu. Hâlbuki bir deneyebilsek belki de hiç bunlara maruz kalmayacaktık. Ta ki…
2 Haziran 2013 Pazar
BİNLERCE TEŞEKKÜR SİZE
34 yaşındayım. Bu
ülkede doğdum, bu ülkede yaşıyorum ve bu ülkede yaşamaya devam edeceğim. Zaman
zaman ‘yeter artık gideceğim buradan’ desem de aslında biliyorum ki burada
mutluyum ben. Bir yere de kalıp kolay kolay gidemem. Her vatandaş gibi benim de
memnun olduğum kadar son zamanlarda gittikçe artan mutsuzluklarım,
umutsuzluklarım vardı bu ülkeye dair. Ama ne yapacaktık ki, değil mi?
Arkadaşlar arasında yapılan birkaç kısa sohbet, Facebook’a, Twitter’a
yazdığımız bir iki cümle ve sonra hepsi unutulup gidiyordu ta ki yerine
hoşumuza gitmeyen yeni bir tatsız haber gelene kadar ama değişen bir şey hiç
olmuyorDU.
Gazete okumayan, TV
seyretmek denince bunu dizi seyretmek olan algılayan, gerek korkudan gerek de
bilgisizlikten dolayı gittikçe apolitikleşen , ‘ama ben tek başıma ne
yapabilirim ki zaten?’ , ‘şu an keyfim yerinde (cüzdanım doluyor anlamına
geliyor bu) beni rahatsız etmiyor’ ama en çokta ‘TÜRKİYE’Yİ BEN Mİ KURTACAĞIM?’
diyen bir toplum haline gelmişTİK.
Benim kuşağım devrimi,
yürüyüşü, pankart açmayı anne babalarından dinledikleri korku dolu hikâyeler
kadar bilirDİ. Meraklısı olanlar da seyrettikleri sayılı belgesellerden
ve okudukları kitaplardan öğrenmişTİ tek yürek, tek ses olup birlikte
yürümenin ne olduğunu. Ötesini pek BİLMEZDİK biz. O insanları meydanlara
ne taşıdı, ne oldu da yüz binler kenetlenip kendilerini meydanlarda buldular ve
istediklerini almak için sonuna kadar direndiler?
Üç gündür bunu yeniden
öğreniyoruz. Bu ülkede tarih yazılıyor. Eskiden bir olay olduğunda birkaç
saatliğine bir araya gelip, bir iki slogan atıp sonradan korkup vazgeçerler
sanılan bir toplum olmadığımızı görüyoruz hep birlikte. TV’de seyredebildiğimiz
kadar görüyoruz ki herkes kenetlenmiş, birbirine destek oluyor. Sadece
haklarını aramak için bir araya gelmiş masum insanların Gezi Park’ında oturmalarıyla
başlayan eylemler toplumsal bir direnişe dönüştü.
Bugün bu toplumsal
direnişin altıncı günündeyiz. Art niyetli (marjinal) kişilerin/grupların
olaylara karışması nedeniyle bir sürü insan yaralandı, polis tarafından sert
müdahalelere maruz kaldı, çevredeki araçlar, binalar hasar gördü…
Maddi ve manevi
hasarın boyutlarını şimdilik kestirmemiz pek mümkün değil gibi. Ama insanlar
hiç vazgeçmedi, geçmiyorlar.
Dünya yıkılsa bir
araya gelmeyecek, hayatlarında bugüne kadar hiç birbirini görmemiş, tanımamış,
her sınıftan, her kesimden ve de yaş gurubundan on binlerce insan birlik olmuş
sadece yürümeye çalışıyor ve hepimize de bir yandan insanlık ders veriyorlar.
Uğradıkları şiddete, zulme rağmen hiç yılmıyorlar ve etraftaki tüm halk, iş
yerleri ellerinden gelen desteği veriyor onlara. Ülkemin her bir yanından
destek yağıyor, dünyanın bir yanından mesajlar geliyor, gururlanıyorum.
Gözlerim doluyor. HELAL OLSUN diyorum bu direnişi başlatan koca yürekli
insanlara ve de binlerce kez TEŞEKKÜR EDİYORUM bize yeniden umut
verdikleri için.
Cuma gecesi sabaha
karşı 03.00’te sokakta insanlar kornalar eşliğinde yürüyordu ama en çok beni
duygulandırdı biliyor musunuz? Birlikte yürüdüğümüz bir anne oğul
vardı.Ayrılırken ‘güzel başlangıçlara’diyerek vedalaştık. Anladım ki
sadece benim değil herkesin içindeki umutlar yeşerdi.
Bu sabah uyandığımda
ilk duyduğum ses bir kuşun cıvıltısıydı. İyiye işaret saydım onu.Şimdi de deli
gibi yağmur yağıyor dışarıda, ilk oradakiler geldi aklıma 'eyvah dedim ne
yapıyorlar acaba şu anda?' ama bir yandan onu da ülkeme yağan bereket saydım.
Tüm kötülükleri, acıları, üzüntüleri, haksızlıkları, gözyaşlarını silsin bu
yağmur ve ardından açan güneşle birlikte biz de artık GÜZEL BAŞLANGIÇLAR
yapalım.
Duman -
Eyvallah - Taksim Gezi Parkı Protestocuları İçin Destek Şarkısı
http://www.youtube.com/watch?v=1aPf-N-eJSQ11 Mart 2013 Pazartesi
BİRAND Bir Ömür, Ardına Bakmadan
Kendinize kişisel gelişim üzerine güzel bir kitap mı arıyorsunuz? Size tavsiyem hemen en yakın kitapçıya gidin ve Can Dündar'ın , Mehmet Ali Birand'ın hayatını kaleme aldığı BİRAND BİR ÖMÜR, ARDINA BAKMADAN adlı kitabını alın. Kitabı okumaya başladığınızda elinizden bırakamayacaksınız. Ben kitabı soluk almadan, neredeyse 3 günde bitirdim. (Ölümünden hemen sonra okudum ama ancak yazısını yazabildim).
Meğersem ne kadar az şey biliyormuşum ben Mehmet Ali Birand hakkında.
Meğersem ne kadar az şey biliyormuşum ben Mehmet Ali Birand hakkında.
Kitabı ilk aldığımda okuyacaklarımın bu büyük haber ustasının hayatından ve anılarından ibaret olduğunu sanıyordum. Fakat sayfalar ilerledikçe ne kadar yanıldığımı sizlere anlatamam. Bu kitap sadece Mehmet Ali Birand'ın hayatından, yaşadığı olayların kronolojik sıralamasından veya başına gelenlerden ibaret değil. Bu kitapta çok büyük hayat dersleri var. Bu kitapta acıya çaresizliğe karşı gelmenin, sabretmenin, sebat etmenin, çok çalışmanın, insan ilişkilerinin, vaz geçmemenin ve hayata dair daha bir çok önemli şeyin ne olduğu öyle güzel anlatılmış ki etkilenmemek mümkün değil.
Bir kişisel gelişim kitabını elinize aldığınızda ilk göze çarpan şey yapmanız ya da yapmamanız gereken şeylerin listesi olur. Daha sonra bu listeki her bir madde en fazla 1 veya 2 sayfada anlatılır ve hemen bir sonraki bölüme geçilir. Kimimiz altını çizer bu satırların, kimimiz sayfanın yanlarına not alır, kimimiz kitaba kıyamaz ve başka bir yere not alır aklında kalanları. Sonra ? Sonra unutulur gider tüm o altı çizili satırlar, alınan notlar.
Oysa burda listeler, maddeler yok. Burda gerçek bir insan var. Onun yaşanmışlıkları var.
Bu usta habercinin bitmez tükenmez azmini, hayata ve işine bağlılığını okurken hem hayran kaldım kendisine hem de satır aralarında buldum ondan alınması gereken dersleri.
Ben kitabı çok karışık duygularla okudum. Bir sayfada ağlarken diğer sayfada kendimi kahkahalarla gülerken buldum. Her satırı beni farklı duygulara taşıdı.
Kitabın sonunu ne yazık ki hepimiz biliyoruz. Ancak içinde öyle güzel , öyle anlamlı şeyler var ki mutlaka alıp okumanızı öneririm bu değerli kitabı. Başucu kitaplarına bir tane daha ekleyeceğinize eminim.
Son olarak , kitabın değerli yazarı Can Dündar'a bizi Mehmet Ali Birand'ın iç dünyasıyla ve hiç bilmediğimiz yönleriyle tanıştırdığı için ona kendi adıma çok teşekkür ediyorum.
Eğer kitabı okuduysanız ya da bugünden sonra okursanız yorumlarınızı beklerim :)
Sevgiyle kalın.
4 Mart 2013 Pazartesi
SARILMAK YASAK
Kelebeğin
Rüyası.. Gerçekten son zamanlarda izlediğim en güzel film diyebilirim. Konusu,
görüntüleri, oyuncular hepsi birbirinden başarılı, birbirinden iyi.
Ancak
beni bu filmde en çok etkileyen, kalbime en çok dokunan ne oldu biliyor
musunuz? İnsanların birbirlerine dokunmalarının, öpmelerinin yasak olduğu bir
dünyada yaşamaları.
Bir
karı-koca düşünün, birbirlerine aşkla tutkuyla bağlılar. Onca fakirliğe,
yokluğa ve çaresizliğe rağmen birbirlerinden hiç vaz geçmiyorlar ama ne yazık
ki hastalık nedeniyle sarılıp öpüşmeleri yasak. Filmin bana göre en duygusal
sahnesinde (gözyaşlarımın yanaklarımdan en çok süzüldüğü sahne) birbirlerine
tutkuyla bakıyorlar. Biz de doğal olarak dudaklarının birleşmesini bekliyoruz
ama onlar ‘öpüşmek yasak’ diyorlar ve nefeslerini tutup öyle bir öpüşüyorlar ki
etkilenmemek elde değil. Adeta bir yumru oturuyor insanın boğazına ve filmin
sonuna kadar da hiç gitmiyor oradan.
Sinemadan çıktıktan sonra düşündüm.
Bizim basit bir sarılma, öpüşme olarak gördüğümüz şeylerin aslında ne kadar da
önemli yerleri var insan hayatında. Ve Ne kadar kıymetli bir şey insanın sevdiğine
doyasıya sarılıp onu hesapsızca öpebilmesi? Sevgiyi göstermenin belki de en
gerçek, en yalın ve en zahmetsiz yolu karşımızdakine sarılmak. Oysa bizler
günlük yaşamın hızına yetişebilmek uğruna kaçar gibi öpüşüp yalandan sarılı
veriyoruz birbirimize kapı ağızlarında. Bu kadar özel ve değerli bir şeyi
sıradanlaştırıyoruz.
Okuduğum
bir yazıda insanın temel ihtiyaçlarının nefes almak, yemek yemek, uyumak,
cinsellik ve sarılmak olduğu yazıyordu. Fiziksel ihtiyaçlarımızdan sonraki en
temel ihtiyacımız sarılmak/kucaklanmakmış ve ancak bunların hepsi bir arada
olduğunda ‘gerçekten’ yaşıyormuşuz. Karşımızdakine -eşimiz, sevgilimiz, ailemiz,
arkadaşlarımız ,evde beslediğimiz hayvanlar .. - sarıldığımızda sözsüz olarak ‘seni seviyorum’
diyor ve doğal bir paylaşım içinde bulunuyormuşuz. İşin güzel tarafı bu paylaşımdan
iki taraf da çok kârlı çıkıyormuş.
26 Şubat 2013 Salı
Solan Bir Çiçek
Yaklaşık 1 hafta önce çok acı bir
şeye , bir insanın kendi hayatına son verişine tanık oldum. Güneşli bir öğlen
vakti sahilde yürürken uzaktan gördüğüm bir karaltıyı ve sonrasında denizde oluşan anlık hareketlenmeyi boğazın tatlı misafirleri
yunuslar sansam da gerçek o değildi.
Hiç tanımasam da , bilmesem de ailesine, sevdiklerine ve geride bıraktıklarına sabır ve baş sağlığı diliyorum.
Hiç tanımadığım, bilmediğim biri hayatına
son vermişti ve ben de bunun son saniyelerine şahit olmuştum. Sonrasında hep
düşündüm neden acaba? Ne olmuştu da 31 yaşında bir bankacı
olduğunu internetten öğrendiğim bu gencecik insan yaşamaktan vaz geçmişti? Onu neler bu kararı almaya itmişti? Neydi içinden çıkamadığı? Nasıl bir vaz
geçiştir? Nasıl bir korkudur hayattan, yaşamaktan? Ve nasıl bir cesarettir Allah’ın bizlere verdiği canı kendi ellerine
alabilmek?
Bütün bu soruların bu gencecik
insanla bir birlikte sonsuzluğa uçtu. Umarım
gittiği yerde ruhu huzura kavuşmuştur ve ışık içindedir . Hiç tanımasam da , bilmesem de ailesine, sevdiklerine ve geride bıraktıklarına sabır ve baş sağlığı diliyorum.
20 Şubat 2013 Çarşamba
GENCECİK BEDENLER
Bu seferki yazım her zamankinden çok farklı. Aşağıdaki üzücü hikayede sadece isimleri değiştirdim.Ne yazık ki yaşadıklarımız gerçek. Bundan çok daha acı, çok daha iç parçalayıcı hikayeler her gün yaşanmakta ve yaşanmaya da devam edecek. Amacım bu kadar burnumuzun dibinde olan biten şeylere seyrici kalmamamız ve nasılsa bana olmaz mantğından bir adım da olsa uzaklaşmamız gerektiğini kendim dahi herkese tekrar hatırlatmak.
O da (Cenk diyelim – ki bugüne kadar hiç Cenk adında bir öğrencim
olmadı) sınıftaki 22 heyecanlı öğrenciden biriydi. Nasıl olmasındı ki?
O gün okulun ilk günüydü. Üniversite hayatının ilk günü. Hazırlık
sınıfı da olsa artık lise öğrencisi değildi. Üniversiteli olmak demek özgür
olmak demekti.O da diğerleri gibi bir yandan korkuyor bir yandan da merak
ediyordu bu yeni hayatı. İlk günkü tanışma sohbetimiz sırasında Cenk ile ilgili
ilk izlenimim oldukça saygılı ve biraz da sessiz, çekingen biri olduğuydu.Bir
de eklemeden geçemeyeceğim bir şey var ki o da sınıfın yarısı gibi o da sigara
içiyordu. Evet, ilk gün sorduğum sorulardan biri de öğrencilerimin sigara içip
içmedikleriydi. Onların durumlarını öğrendikten sonra da bu konudaki
hassasiyetimi belirtiyor ve asla sigara içmek için benden izin almaya gelmemelerini
söylüyordum.
O seneki sınıfım çok
özeldi.Onlarla kurduğum iyi ilişkiler sayesinde öğrencilerim benimle bir çok
şeylerini paylaşır olmuşlardı. Cenk’de sık sık kız arkadaşıyla (Eda diyelim)
yaşadığı kıskançlık problemlerini anlatıyor ve yok yere çıkan bu kavgalardan
dolayı çok üzüldüğünden, bu huyunu hiç sevmemesine rağmen kendine engel
olamadığından dert yanıyordu.
Zamanla Cenk’in dersleren koptuğunu, nadiren de olsa derslere
geldiğinde ders süresince uyukladığını, donuk bakışlarını ve dalgın hallerini
fark etmemek mümkün değildi. O sakin çocuk şimdi etrafına karşı agresifleşmiş
ve insanlardan kaçar olmuştu. Neler olduğunu bir kaç kez sorduğumda ise sadece
yere bakmakla yetinmişti.
Bir gün ders arasında iki yan sınıfta okuyan kız arkadaşı Eda’yı
yakaldım ve olan biteni öğrendim. Cenk esrar kullanıyordu. Yaklaşık 5 ay önce
arkadaşlarının ısrarı üzerine başlamıştı.
‘Ottur, günahı yoktur.’ ya da ‘İstediğim zaman bırakabilirim.’ gibi her
yeni başlayanın kendini kandırmak için söylediği bu yalanlara kendisi de
inanmış ve durum her geçen gün daha kötü bir hal almıştı.Zaman içerisinde tüm
arkadaş çevresi değişmiş, ders notları düşüşe geçmişti. Pek tabi Eda ile
yaşadığı sorunlar da sebepsiz değildi. Giderek ona olan ilgisi azalmış ama bir
yandan da esrarın yan etkilerinden biri olan paranoid düşünceler ortaya
çıkmıştı. Haklı haksız sürekli bağırıp çağırıyor ve her şeyden şüphe duyuyordu.
Eda defalarca Cenkle konuşmaya çalışmış fakat hiç bir sonuç alamamıştı ve
korktuğu için de kimseye bu durumu anlatamıyordu. O gün onunla karşılaşmasaydım
benim de olan bitenden haberim olmayacaktı.
Peki ya şimdi ne olacaktı? Ben ne yapacaktım? Ya da ne yapabilirdim
ki? O dönem psikoloji masterım devam etmesine rağmen uyuşturucu ile ilgili
henüz bir eğitim almamıştım ve tam olarak ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum.
Sonunda öğretmenlik tecrübemi kullanarak
onunla konuşmaya karar verdim.
Cenk’i yargılamadan, azarlamadan, öğüt verme çabasına girmeden
sadece dinledim. Sözünü hiç kesmeden, gözlerimi hiç kaçırmadan sadece onu
dinledim.
1 Şubat 2013 Cuma
DÜN ..
Dün sanırım o günlerden
biriydi. Tatsız tuzsuz, keyifsiz bir gündü. Hani olur ya gün kendinden öyle
başlar ve o şekilde devam eder. Benimki de aynen öyle oldu.
Çok yakın bir arkadaşımla kahvaltı etmek üzere sözleşmiştik. Koca Bağdat Caddesi’nde 4 ayrı yere gittik ama park yeri bulamadığımızdan hiç birine giremedik. En sonunda bir yer bulduk ve arabamızı park ettik. Tam oturduk ki arabamız çekildi. Kahvaltımız başlamadan bitmiş oldu.
Kafamı epeydir kurcalayan ve bir türlü cevabını bulamadığım bir mesele var. Dün bu konu bir türlü yakamı bırakmadı ve ben cevabı bulamamanın sıkıntısıyla bütün gün debelendim durdum. Meseleyi zamana bırakayım diyorum ama dün sanki şu ‘zaman’ denen şey üstüme üstüme geliyor gibiydi. Daha gün bitmemişti ama ben pes ettim. Enerjim bitmişti işte ötesi yok.Bir an önce dün ’ün bitmesini istedim.
Çok yakın bir arkadaşımla kahvaltı etmek üzere sözleşmiştik. Koca Bağdat Caddesi’nde 4 ayrı yere gittik ama park yeri bulamadığımızdan hiç birine giremedik. En sonunda bir yer bulduk ve arabamızı park ettik. Tam oturduk ki arabamız çekildi. Kahvaltımız başlamadan bitmiş oldu.
Oldukça soğuk bir gündü ve ben
çok ince giyinmiştim. Bütün gün üşüdüm durdum. Bir ara niyetlendim hazır
indirim de varken üstüme kalın bir şeyler alayım diye ama gün alışveriş günü
değildi işte. Hiç bir şeyi yakıştıramadım kendime.
Aradığım kitabı girdiğim
hiç bir kitapevinde bulamadım.Kafamı epeydir kurcalayan ve bir türlü cevabını bulamadığım bir mesele var. Dün bu konu bir türlü yakamı bırakmadı ve ben cevabı bulamamanın sıkıntısıyla bütün gün debelendim durdum. Meseleyi zamana bırakayım diyorum ama dün sanki şu ‘zaman’ denen şey üstüme üstüme geliyor gibiydi. Daha gün bitmemişti ama ben pes ettim. Enerjim bitmişti işte ötesi yok.Bir an önce dün ’ün bitmesini istedim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)